Celal Şengör Marmara Fay Hattı Röportajı

13 Temmuz 2007 Cuma |


Marnaut Projesi çerçevesinde Kuzey Anadolu fay hattının Marmara Denizi’nin altında kalan kısmını inceleyen araştırma gemisi L’Atalante’ın ilk iki ayağında, İTÜ Üniveristesi’nden Prof. Celal Şengör, Prof. Boris Natal’in, Dr. Sinan Özeren, Dr. Caner İmren, Gülsen Uçarkuş ve Sena Akçer vardı. Seferin 3. ayağında, İTÜ’den Prof. Namık Çağatay ve Prof. Naci Görür, Ümmühan Sancar , MTA’dan Ekrem Hacıoğlu ve iki öğrenci bulundu. Seferin ilk iki ayakta, üç Türkiye dalış rekoru kırıldı. Marmara Denizi tektoniği üzerine çalışan denizaltı sınırının altına dalan ilk Türk kadını Gülsen Uçarkuş 500 metreye indi. Prof. Celal Şengör 1,000 metrenin altına dalan ilk Türk oldu. İTÜ’den Nazmi Postacıoğlu ile birlikte Marmara Denizi’ndeki tsunami modellemesi üzerine çalışan Dr. Sinan Özeren derinlik rekorunu kırdı ve 1.250 metreden derine dalan ilk Türk oldu. Seferin 1. ve 2. ayağında Türk ekibinin bilim şefi olan Prof. Celal Şengör yapılan çalışmalar ve dalışlar hakkında bilgi verdi.

Marmara Denizi’ne Natuile ile yapılan dalışların amacı nedir?
Bu dalışların amacı, Kuzey Anadolu Fayı’nda su ve gaz çıkışlarını yakından incelemek. Gerek çökel gerek kaya içerisinden su ve gaz çıkması bunların biryerlerden geldiğini gösteriyor. Bunlar ya çökelin ya da çökelin de altındaki kayaların içerisindeler. Bir kere bunların nereden gelebildiğini bilebilmek için bileşimlerine ve özellikle de izotop bileşimlerine bakmak lazım. Bunu yapmak için örnekler topluyoruz.


Deniz tabanındaki su ve gaz çıkışları neden önemlidir?
Su ve gaz çıkışlarını fayların mevcudiyeti kontrol ediyor. Gaz ve su çıkışlarındaki değişimlerin, bir depremin yakınlaşmakta olup olmadığı konusunda vereceği fikir üzerine çeşitli tezler geliştirilmiş vaziyette. Bu tezlerin kontrol edilebilmesi için özellikle bu gaz ve su çıkışları hakkında bilgi sahibi olmamız lazım. Bir de faya yakın yerlerdeki çökellerin su basıncı ölçülüyor. Basınçlardaki bu değişiklikler, fayın evriminin meydana getirdiği basınç değişikliklerine bağlı. Bu değişikliklerle basınçların zaman içinde değişip değişmediğini ve değişikliklerin ne şekilde gerçekleştiğini anlamaya çalışıyoruz. Ayrıca bu basınçlar bize burada meydana gelen kayacın, fayın hareketi sonucunda geçirdiği yamulma hakkında da bize fikir veriyor. Sonuçta bütün bunlar, ‘Acaba deprem hakkında biraz daha bilgi edinebilir miyiz?’ diye yapılıyor.

Neden deprem araştırmaları için çoğunlukla Marmara Denizi’ni tercih ediliyor?
Dünyanın bu iş için en uygun fayı Marmara Denizi’nin altındaki fay. Çünkü denizin altında, faal, çok iyi bilinen ve özellikle de medeni merkezlere çok yakın olan tek fay dünyada. Müthiş bir şey. Burası tabiatın bizim elimize verdiği büyük bir laboratuvar. Marmara Denizi’nde geçmişte büyük heyelanlar olmuş. Biz bunları da inceliyoruz. Çünkü bu heyelanlardan bir daha olması tsunami demek, bütün Marmara Denizi çevresinin perişan olması demek.


Şimdiye kadar yaptığınız dalışlardan ve ön çalışmalardan çıkan sonuç nedir?
Şimdiye kadarki dalışlarda, daha önce çeşitli jeofizik yöntemlerle, olabilecekleri tespit edilmiş yerlere gidilip gaz ve su örnekleri çıplak gözle görülerek toplandı. Prof. Natal’in Ganos Dağı’nın tam dibine daldı. Ganos Dağı’nın dibindeki fayın faal olduğu görüldü.

Fayın faal olduğunu nasıl anlıyorsunuz?
Su ve gaz çıkışları devam ediyor. Hatta Prof. Natal’in, 3-4 yerde yükselen gaz kabarcıklarını ve çıkışlarının belirli yapısal hatlarla sınırlı olduklarını buldu. Dolayısıyla burada ciddi bir faaliyetin devam ettiğini görüyoruz. Fay hattı üzerinden örnek toplamanın bir amacı da, fayın davranışını gün gün, saat saat izleyebilmek için, uzun dönemli bir sualtı laboratuvarının nereye yerleştirileceğini araştırmak.

Siz daldığınızda neler gördünüz?
Benim dalışım Tuzla’nın hemen güneyinde, 15-17 bin sene önce Marmara Deniz’Inin henüz göl olduğu zaman meydana gelen çok büyük bir yer kaymasının civarındaydı. Kayan kütle, bütün adaların hacminin 5 katı kadar bir şey. Öyle bir yer kayması bugün olduğu takdirde büyük bir facia yaşanır. Biz bunu anlamaya çalıştık. Büyük bir şans eseri, kayan kütlenin hemen yanında kaymaya katılan kayalar gayet güzel gözüküyor. Nefis bir kesit, adeta kara adım adım çalışıyor. Bunlardan toplanan örneklerin kayma ve yamulma dirençlerine bakılıp, Marmara Denizi civarındaki olası yeraltı kaymalarının nerede ve nasıl meydana geleceğini incelenecek.

Toplanan verilerin analiz edilmesi ne kadar zaman alır?
Bu verilerin ilk neticeleri bir sene içinde çıkacak. Ama bu verilerin sonuna kadar değerlendirilmesi yıllar sürer. Bir örnek vermek gerekirse, Profesör Andrusov’un 1894 yılında Marmara Denizi’nde yaptığı çalışmaların verilerini hala kullanıyoruz. Dolayısıyla bunlar altın değerinde. Ne kadar kıymetli olduğunu anlatamam.

Bu dalışlar ilerideki yıllarda da devam edecek mi?
Bu dalışlar çok ilginç. Bir kere kendi denizlerimizi tanıyoruz. Yeni ve hiç bilmediğimiz bir teknoloji öğreniyoruz. Bu teknolojinin bence Türkiye’ye getirilmesi lazım. Meslektaşlarımızla bu denizaltıların zamanla görev esprilerini dolduracağını çünkü robot denizaltıların da aynı işi yapabileceğini konuşuyorduk. Fakat daldıktan sonra gördüm ki, aksine, bu denizaltıların görevilerine devam etmesi lazım. Çünkü insan gözü ve insanın denizaltında yapabileceği çok önemli şeyler var. Denizaltının hareket kabiliyetine hayret ettim. İsviçre zamanında küçük bir denizaltı yapmıştı. Bunu biz niye yapmayalım? Bunu da Türkiye’de ancak bir kurum yapabilir. O da Türk Silahlı Kuvvetleri. Zaten bu proje iki kurumun desteğiyle yapılıyor. Projeyi başlatan Fransız ekibin yanında İTÜ var. Ayrıca MTA ile Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı var. Türk Deniz Kuvvetlerine çok büyük teşekkür borçluyuz. Eğer onlar olmasaydı bu çalışma hiç bir şekilde yapılamazdı. Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanı Tuğamiral Mustafa İpteş, daha ilk günden beri çok yakından ilgi gösterdi, bilimsel planlamalara katıldı. Biz burada çalışırken de Türk Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Can Erenoğlu ile temastaydık. Onun ekipleri bizi korudular, yardımcı oldular, çok güzel bir işbirliği içinde bulundular. Keşke böyle bir etkinliğe sivil kurumlar da daha çok katılabilselerdi.

Sinan Özenen ile tsunami röportajı

13 Haziran 2007 Çarşamba |

L’Atalante’da yürütülen çalışmaların amaçlarından biri de Marmara Denizi sualtı heyelanları ve bunun yol açabileceği heyelan-tsunami risklerini daha elle tutulur verilere göre hesaplayabilmek. Marmara Denizi’nin bir çok açıdan şahsına münhasır bir doğası var. Yaklaşık 17,000 yıl önce, Marmara Denizi henüz bir göl iken ve bir buzul dönemi yaşarken, tarihinin bilinen en büyük heyelanı Tuzla açıklarında gerçekleşti. Sualtındaki bu yer kaymasının büyük bir tsunamiye yol açtığı sanılıyor. Benzer doğa olaylarının tekar yaşanması geleceğe dair ihtimaller arasında.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Dr. Sinan Özeren ve Doç. Dr. Nazmi Postacıoğlu, 2003’ten beri üç boyutlu bir matematiksel heyelan tsunamisi modeli üzerinde çalışıyorlar. Marmara Denizi’nde meydana gelebilecek sualtı heyelanları senaryolarını, jeolojik yönden daha gerçeğe uygun şeklilde modellerine sokmaya çalışıyorlar. L’Atalante gemisindeki araştırmalar sayesinde elde edilen verilerden çıkan heyelan senaryoları da bu modelde veri olarak kullanılacak.
Bu model, sahile yakın yerlerdeki sığ sulardaki dalga davranışı hakkında bilgi vermiyor. Çünkü tsunami dalgasının sahile yakın yerlerdeki davranışı çok farklı olduğundan matematik modelleme açısından apayrı bir dünya. Özeren ve Postacıoğlu, yaklaşık iki yıldır bu konu üzerinde de çalışıyorlar.

Sualtı heyelanı ve tsunami ne demek?
Sinan Özeren: Sualtı heyelanı, deniz tabanındaki büyük tortu kütlelerinin, genellikle büyük depremlerin tetiklemesi sonucunda dik yamaçlardan aşağıya doğru kaymasına verilen isim. Bu olay sonucunda deniz tabanı şekil değiştirdiği için, su kütlesi yeni şekle uyum sağlarken yüzeyinde dalgalar oluşturuyor. Bu dalgalara heyelan tsunamisi deniyor. Tsunami Japonca liman dalgası anlamına geliyor. Heyelanı etkileyen temel faktörler ise; eğim, tortunun yoğunluğu, ve yapışkanlığı gibi özelliklerinin yanısıra çevredeki faylar ve gözenek basıncı.

Marmara Denizi’nde heyelan riski dağılımı nasıl?
Marmara Denizi’nin derinliği çok değişken. Fay üzerinde yer alması, kimi zaman 1,260 metreye ulaşan derinliğinin de sebebi. Kuzey ve güneyde sahanlıklar, yani ortalama 200 m. derinliğinde nisbeten sığ düzlükler var. Fay nedeniyle deniz tabanının aniden derinleşen bir yapısı var, yani keskin yamaçlar var. Kimi yerlerde 25 derecelik eğimler var ki, bunlar doğada çok keskin kabul edilirler. Marmara Denizi’ndeki 3 havzanın kuzey kenarları daha dik ve fay kuzeye daha yakın. Dolayısıyla buralardaki heyelan ve heyelanların oluşturabileceği tsunami riski daha yüksek. Ama havzaların güney kenarlarında da geçmişte heyelanlar olduğunu biliyoruz.
Ayrıca, deniz tabanındaki bu dev uçurumları çapraz kesen eski ve faal olmayan faylar da var. Uçurumların eteğinden geçen ana fayın harekete geçmesi eski kırıkları da hareketlendiriyor. Böylece sualtı heyelanı ve tsunami riski artıyor. Daha önce de dediğimiz gibi sualtı heyelanları tsunami yaratabiliyorlar. Bu tsunamiler Pasifik Okyanusu’nda gördüğümüz mega tsunamilere göre daha az enerjiye sahipler. Ama yine de yerleşim bölgelerine verebilecekleri hasar ve yaratabilecekleri can kaybı küçümsenemez.

Peki sualtı heyelan riski olan bölgeler nereler?
Kesin konuşmak kolay değil. Fakat 3 havzanın kuzey kenarları çok dik. Dolayısıyla bu uçurumlar üzerinde heyelan riski belki biraz daha fazla. Öte yandan, İzmit Körfezi’nin girişinde çok dik olmayan ama daha önce bir miktar kaydığı bilinen büyük bir kütle de var.

Bu seferden beklentiniz nedir?
Bu seferin bizim için en önemli kısmı, Marmara Denizi’nin tabanının ilk 10m.’lik derinliğini kapsayan bölümündeki gözenek basınçlarını gözlemlemek. Deniz dibindeki tortuların içine hapsolmuş suların basıncına gözenek basıncı deniyor. Tortu üzerindeki hidrostatik basınç, yani denizin su kütlesinin basıncı ile bu gözenek basıncı arasındaki rekabete göre heyelan riski değişiyor. Gözenek basıncı artınca heyelan riski de artıyor. Ölçümler pahalı bir alet olan piezometre ile yapılıyor. Bu çalışmada özellikle gözenek basıncı hakkında daha güvenilir verilere ulaşmayı umuyoruz.

L’Atalante, Mayıs 2007
Foto: Sinan Özeren ve Ifremer’in piezometresi




Gemiden Portreler

13 Mayıs 2007 Pazar |

Atalante, Yunanca “ağırlık açısından eşit” demektir. “Denge, ölçü” anlamına gelen başka bir sözcükle ilişkili “atalantos” kelimesinden türemiş. Yunan mitolojisine göre, erkek çocuk bekleyen İasos bir kız babası olunca hayalkırıklığına uğramış ve Atalante’yi dağ başına bırakmış. Onu bir ayı emzirmiş. Sonra avcılar bu kızı alıp avcı olarak büyütmüşler. Avcı kızı koşuda kimse geçemezmiş. Kız oğlan kız kalmak istediği için, kendiyle evlenmek isteyenleri yarışa zorlar, taliplerini geçer sonra da onları kargısıyla öldürürmüş. Ancak Hippomenes, koşuya başlamadan önce yanına üç altın elma almış. Atalante’nin yaklaştığını gördükçe elmaları birer birer yere düşürmüş. Atalante, güzelliklerine dayanamarak elmaları eğilip topladığı için geri kalmış. İlk defa yenildiği için Hippomenes ile evlenmiş Bir gün Zeus’un tapınağında sevişmişler. Bu saygısızlığa kızan tanrılar ikisini de aslana çevirmiş.


L’Atalante (Latalant okunuyor) ise denizler ve okyanuslar dünyasında; 84,60 metre uzunluğunda, 15,85 m. genişliğinde, içinde 8 laboratuvar, 7 vinç, 1 denizaltı, sualtı araçları için hangar, sualtı dünyasının bir çok açıdan incelenmesini sağlayan alet ve ekipmanlarla kafeterya, toplantı odası, spor salonu da bulunan 59 kişilik yatak kapasitesine ile kapalı devre kablosuz ağa sahip elektrikle çalişan bir Fransız araştırma gemisi olarak biliniyor.

İlk günler
Gemi, Fransız toprağı sayılıyor, Türk suları üzerinde seyretse de. Her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişi var. Dolayısıyla gemideki ilk günlerim adab-ı muhareşet kaidelerini gözlemleyip herkesin ne yaptığını anlamaya çalışmakla geçti. Bilim insanları, aralarında iş bölümü yapıkları için araştırmalarına 24 saat ara vermeden devam ediyorlardı. Aynı durum tayfalar için de geçerliydi.

Isınma turları ve temel kavramlar
Bu araştırma gemisinde tam olarak ne yapıldığını, hangi aletin denizin dibine ses sinyali gönderdiğini, hangisinin karot almaya yaradığını, akşam toplantılarındaki tartışmalarda neler konuşulduğunu ancak Türk ekibinin yardımları sayesinde anlayabildim. Önce bana yerbilimleriyle ilgili temel kavramları öğreterek yerküreye bambaşka bir gözle bakmamı sağladılar. Jeofizikçi Caner İmren sayesinde dünyada ve Türkiye’de neden deprem olduğunu, deniz tabanının röntgenini çekerek elde edilen bilgilerin ne amaçla ve nasıl kullanıldığını öğrendim. Sualtı heyelanlarının sebep olacağı tsunami dalgalarını modellemeye çalışan Sinan Özenen karmaşık çalışmalarının içeriğini gösterdi. Gülsen Uçarkuş Kuzey Anadolu Fay hattının batısının ve Marmara Deniz’inin neden bilim insanlarının bu kadar ilgisini çektiğini izah etti, bilgisini en basit hale getirerek beni ‘batimetri’ kelimesiyle tanıştırdı. Sena Akçer gemideki laboratuvarları gezdirdi, çökellerin incelenerek dünya tarihinin nasıl okunabileceğini, aletlerin ne işe yaradığını gösterdi. 12 yıldır İTÜ’de çalışan Prof. Boris Nataline bulguların ve çıkan sonuçların anlamını açıkladı, bilim eğitimine nasıl yaklaşılması gerektiği konusundaki görüşlerini paylaştı. Türk ekibinin şefi Prof. Celal Şengör’süz böyle bir tecrübeyi yaşamak zaten mümkün olamazdı. Bana, bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı.

Gemiden portreler
Deniz hidrojeologu Mike Volker 40 yaşına kadar Porche firmasında mekanik uzmanı olarak çalışmış, amatör araba yarışlarına katılmış ve bir gün hayatında köklü bir değişiklik yapmaya karar vermiş. Araba merakı yüzünden tamamlayamadığı üniversite eğitimine geri dönmüş. Çöllerde ve dağlarda yürüyüş yapıp taşları incelemek, babasıyla ortak ilgi alanlarıymış. 50 yaşında akademik kariyerine başlamış. Deniz tabanına yerleştirilen ve sıvı akışını ölçen, ayrıca kimyasal analiz yapılması için su ve gaz örnekleri toplayan aletler geliştirmiş. Bunlardan ikisi Marmara Denizi’nin tabanına yerleştirildi bile. Farklı yerlere 6 tane daha yerleştirilecek ve 1 sene boyunca deniz tabanında kalacaklar.

Teamboueon Berard, geminin güverte sorumlusu. Deniz üstündeki her görev son derece önemli, çünkü en ufak bir hata insanların hayatını tehlikeye atabilir. Güneybatı Pasifik’te, bir zamanlar Fransız hapishanesi olarak kolonileşen New Caledonia adasında doğmuş. 2014 yılında gerçekletirilecek referanduma göre, ya bağımsızlaşacaklar ya da Fransız yönetiminde kalacaklar. Bebe yani Berard, emekli olunca kabilesine geri dönüp eski sakin hayatının keyfini sürmeyi hayal ediyor. Kaneka denen, pasifik ve reggae karışımı yerel müziklerini çaldığında ise dans etmemek mümkün değil. Kültürleri onlara barışçı olmayı kalpten öğretmiş. Her zaman hayatın iyi yanını görmeye çalışırken, Fransızların artık onları dinlediğini ve sorunlarını tartışabilecek bir platform yaratabildiklerini söylüyor. Hem Katolik Kilisesi’nin hem de Fransız kültürünün güzel yanlarını almaları sayesinde, kaybettiklerinin yanısıra çok şey kazandıklarını düşünüyor. Tek bir şeyde ısrarcı: Hepimiz eşitiz, öyle kalalım!

Fransa’da gemide çalışan kadınların oranı yaklaşık %10. Çünkü uzun süre açık denizlerde yol almak, karada düzenli bir hayat kurmayı zorlaştırıyor. Geminin üçüncü kaptanı Enora Person 26 yaşında ve farklı bir seçim yapmaktan memnun. Tayfa onu çok seviyor, çünkü gerçek bir hanımefendi. Mutfak hizmetinden ve geminin kağıt işlerinden o sorumlu. Araştırma gemilerinde çalışmanın çok daha keyifli olduğunu, çünkü karada tanışamayacağı değişik meslekten bir çok insanla burada sohbet etme imkanı bulduğunu söylüyor. Bazen deniz trafiği ve geminin kapasitesi müsait olmasa da, bilim insanlarının isteklerini yerine getirmeye çalışarak onların belirlediği rotaya sadık kalmaktan dolayı çok mutlu oluyor.

Gemideki küçük, sarı denizaltı Nautile’in teknik aletlerini hazırlayan, geliştiren, tamir eden bir ekip var. Farklı araştırma gemilerinde farklı görevlerde de bulunuyorlar. Philippe Noel ve birlikte çalıştığı üç meslektaşı yeni teknolojilerle çalışabilmenin keyfini sürüyor. Metan miktarlarını, akıntı hızlarını, deniz tabanı tortularını toplayacak ve ölçecek aletleri birlikte hazırlıyorlar. Bu aletler çok pahalı ve çok hassaslar. Konularında uzmanlaşmak için hepsinin de elektronik, kimya, matematik ve biyolojinin temel bilgilerini edinmeleri gerekiyor. L’Atalante’da en küçük bir görev üstlenebilmek için dahi hem rekabetçi, hem sabırlı bir kişiliğe sahip olmak, hem de disiplinli çalışma alışkanlığını geliştirmiş olmak çok önemli.

Türk Deniz Kuvvetleri
L’Atalante’ın Marmara Denizi’ndeki seyrine yardımcı olan en büyük
Türk kurumu da. Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı’ydı. Seyir boyunca, araştırmanın en iyi şekilde gerçekleşmesi için desteklerini bir an bile eksik etmediler. Denizaltı dibe indiğinde Sahil Güvenlik Botu yanımızdaydı, trafik yoğunlaştığında ise bizi çembere aldılar. Herhangi bir sorunla karşılaşıldığında hep yardıma koştular. Bilimi ve araştırmaları bizlerden sonra en çok onlar sahiplendi.